12 Mart 2015 Perşembe

Sosyal Medya Hayatımızın Neresinde?


Sosyal medya hayatımızın tam olarak neresinde yer alıyor diye arada sırada, zaman zaman kendime sormuşluğum çok oluyor. Özellikle sadece birkaç arkadaşım hatta doğrusunu söylemek gerekirse, buna bir elin parmağını dahi geçmeyen arkadaşlarımla bir araya geldiğim zamanlar anlıyorum. Ki, bu arkadaş çevrem her daim görüştüğüm, bir şeyler paylaştığım, muhabbetlerinden keyif aldığım ve zamanın yanlarında nasıl geçtiğini anlamadığım insanlardan oluşuyor. Bu anlamda çok mutluyum, şikayet edecek değilim.

Ancak, gel gelelim ki başka bir açıdan bakıldığında işler epeyce bir değişiyor. Muhakkak ki, her birimizin okul, iş ve başka yerlerde başka kimliklerde olduğu bir çok hayatı var. Bu hayatlarınıza gittiğiniz bir müzik, oyunculuk, senaryo kursu vb. bir takım yerlerde farklı kimliklerde hayat buldurabiliyorsunuz. Burada arkadaş olarak edindiğiniz veya tanıştığınız bir sürü insan var ve su götürmez bir gerçek ki, hepsinin birer sosyal medya hesabı mutlaka var. Facebook, Twitter, Instagram, Pinterest, Swarm, Foursquare ve buna yeni eklenen Snapchat'i de dahil ediyorum ve daha niceleri..


Her birini mutlaka özellikle kendinize yakın bulduklarınızı, ortak paydada buluştuklarınızı veya hoşlandığınız kişileri bu mecralardan ekleyerek aslında bir nevi sinyal göndermiş oluyorsunuz. Bu mecralardan adeta sular seller gibi konuşan bizler, yüzyüze geldiğimizde iki lafın belini dahi kıramıyoruz. Bunun nedeni, kendimizi yazarak daha iyi ifade ettiğimiz için mi, yoksa o anda karşımızdaki kişiyi hiç bekleme / bekletme lüksümüz olmadığından kelimeleri seçemediğimiz için mi geliyor bilmiyorum.

Artık öyle bir noktaya gelindi ki, üç beş kişi bir yere gittiğinde bile, bir masa etrafında toplanmış, birbiriyle konuşmayan sadece telefonuyla ilgilenen bir sürü insana denk gelebilirsiniz. Bunu gözlemlemek için sadece tek bir mekana girmeniz bile yeterli. Çok klişe olacak belki, ki, klişeleri hiç sevmem.. Kalabalıkların içerisinde, herkes aslında yapayalnız..

Sosyal medyayı karalamak gibi bir amaç içerisinde değilim, bizleri dünyaya bağlıyor. Ancak, kendimizi ne kadar kabuğumuza çektiğimizden bahsetmeye çalışıyorum. Çok bahsedilen "hayaller" "hayatlar" olayı aslında tam da bu noktada bu mecralarda yer alıyor.

Facebook sayfamda tam tamına 310 arkadaşım var ve bu arkadaşlarımın sadece beş veya altı tanesi ile gerçekten görüşüyorum, bir şeyler paylaşıyorum.. Şimdi böyle söylüyorum, bu yazıyı Facebook sayfamda paylaştığımda da olur ki okur ve üzerinize alınırsanız gayet mutlu olacağımı belirtmek isterim. Keza bu yazıyı da zaten aslında ne kadar "sağlam bağ"lar kurmak istesek de kuramadığımız için de biraz yazıya döküyorum. :)

Şu açıdan da olaya bakıyoruz belki de.. "Facebook sayfamda var mı? tamam var.. O zaman bir yere gitmez, ne zaman istesem muhabbet ederim, bir tık ötemde.. ". Kaldı ki işin apayrı ve bambaşka boyutları da var.. Diyelim ki, bir kişiyi bulunduğunuz mecralardan çıkardınız yahut yeni tanıştığınız birini eklemediniz, işte o zaman olay çok farklı bir şekil almaya başlıyor.

"Beni eklemedi fakat seni eklemiş. Seni neden ekliyor ki, muhabbetiniz bile yok" buyurun aranıza bir fitne girdi bile, kafanızda sorular sorular düşünceler..  "x'in sevgilisi y'nin altına yorum yapmış, o da onu beğenmiş, bunu gören z'de sevgilisi x ile kavga etmiş" .. arkadaşlıktan çıktım artık, ilişinizi doğru dürüst bile yaşamıyorsunuz.


Mazallah, kişi veya kişileri de çıkardınız bulunduğunuz mecralardan, durum o zaman vahim. Bir veryansınlar , bir feryatlar bir figanlar.. Bu durumları yaşadığınız zaman, artık o kişinin hayatında olmadığınızı, olmayacağınızı ve sizi hayatında artık istemediğinin sinyallerini alıyorsunuz. Beyin artık bu düşünceyi  kendi kendine üretmeye başladı. Halbuki, aslında o kadar feryat figan ettiğiniz kişi belki de bir konuşma uzağınızda ancak bunu bilemiyorsunuz neden? çünkü "aramak" yetinizi kaybettiniz, bir şekilde kaybettirildik.


Sosyal medya artık hayatımızın tam da orta yerinde aslında. Markaların buna dikkat çeken reklamlarından önce, dün rastladığım bir haberi de paylaşmak isterim.  İngiltere'de görülen velayet davasında, bir grup avukat,  Polonya'da yaşayan ebeveyne ulaşamayınca çareyi mahkeme kararını Facebook üzerinden tebliğ etmekte bulmuşlar. İngiliz medyasında yer alan habere göre, Polonya'da ikamet eden ebeveynin kimseyle görüşmek istememesini göz önünde bulunduran mahkeme, avukatların tebligatını da geçerli saymış. Haberi detaylı bir şekilde okumak isterseniz diye linkini de paylaşıyorum. :)
http://www.haberedikkat.com.tr/m/?id=206361

Sosyal medyanın hayatımızı yönlendirdiğinin artık markalar dahi farkında.. ve tutundurma faaliyetlerini de buna göre düzenleyen markalar da var tabi ki. Biraz önce uzun uzadıya bahsettiğimiz, "bir sürü arkadaşım var ancak halimi hatrımı soran iki üç kişi" mevzusuna Nescafe cuk oturan bir reklam yaptı. Tabi bu reklam filmini ilk önce Fransa'da gerçekleştiren marka, daha sonra bunu Türkiye'ye de "adapte" ederek, bizlere sundu. Her iki reklam filmini de hatırlatmak açısından sizlere sunuyorum. :)



Sosyal medyayı eskeza bende aktif olarak kullanan biriyim. Markaların yaptığı dijital kampanyaları, neler yaptıklarını vs. elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Yorum yapıyorum, retweet ediyorum, tweet atıyorum, fotoğraf beğeniyorum, yolda benden yaşça büyük insanların bana "garip" bakışlarına aldırış etmeden Snap atıyorum. Evet, ben de yolda yalnızca elindeki telefona bakıp yürüyenlerdenim.

Aslında durup şöyle bir bakıldığında, bu dijital çağda yaşayan bizlerin iki hayatı var. Biri gerçekten etrafımızda olan bitenlerin yer aldığı gerçek anlamda varlığımızın bulunduğu hayatımız; diğeri ise, sanal hayatımız.

Güneşin doğuşunu veya batışını, martıların uçuşunu, denizlerin dalgasını her an her saniye duyuyoruz, her birine ayrı ayrı bakıyoruz fakat görmüyoruz. Bir yandan başka bir hayata bağlanırken, bir diğerinden uzaklaşıyoruz, kopuyoruz. Bütün bu yazdıklarımı anlamlı bir şekilde açıklayan bir marka var aslında, Coca Cola. Buyurun hep beraber izleyelim..


Markalar elbette sosyal medya kullanımına oldukça özen gösteriyor. Bu mecralarda yer almak özellikle tüketici ile adeta bir buluşma noktası ve hatta kendinize bu mecralarda yaptığınız uygulama, yarışmalarla veya kampanyalarla potansiyel müşteriler de çekerek, hem deneyimsel bir pazarlama yaşatıyorsunuz hem de marka ile mevcut ve potansiyel müşteriler arasında bir bağ kurulmasına yardımcı oluyorsunuz. Bir nevi, marka sadakati yaratmanın yolu da artık sosyal mecralardan geçiyor diyebiliriz.

Annelerin sosyal mecralara ait her türlü özelliği kendi bünyesinde barındırdığını düşünen veya sosyal medya üzerinden bizleri takip ederken verdikleri tepkileri de kullanmanız mümkün. Markalar elbette bu konuya bir şekilde dikkat çekiyor. Burada sizlerin huzuruna  BEKO ve Profilo'ya ait Anneler Günü için hazırladıkları tutundurma faaliyetlerini çıkaracağım.



Ebeveynlerimiz ve bizlerin hayatına bakıldığında mutlak olarak farklılıklar göze çarpıyor her anlamda. Sosyal hayatları, arkadaşlık ilişkileri, sahip oldukları veya edindikleri bir takım şeyler başlı başına bizlerden çok farklı. Konuşma dilimiz, kullandığımız kelimelerin bile birbiriyle ilgisi dahi yok.

Peki, ebeveynlerimiz ve bizlerin arasındaki bu jenerasyon farkını ortaya çıkaran bir reklam yapın dersek, nasıl bir yol izlerdiniz? Bunun cevabını en güzel veren markalardan biri, Tadım.



Bu lezzetli ve keyifli son paylaşımımla beraber, her birinize ayrı ayrı mutlu, huzurlu ve bol neşeli bir gün diliyorum. :)

Sevgiyle kalın,
Nihan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder