25 Şubat 2015 Çarşamba

McDonald's'ın Yeni Rakibi Carl's Jr. Mı?


McDonald's 90 kuşağının çocukluğunda, geleceğin potansiyel müşterilerini elde etmek amacıyla  adımlarını atan belki de ilk fast food markası.McDonald's'ın hedef kitlesinin özellikle çocuklar olduğunu söylemiş olursak, çok da yanılmamış olacağız aslında. Ebeveynleri kolundan sürüyerek, restoran içerisine çeken çocuklar hala var değil mi? Elbette var.

En başından konuya değindiğimiz zaman, hatta sevimli mi sevimli maskotu, özellikle doğum günü partilerini McDonald's'da yapmanın popüler olduğu zamanlarda yanımızda eşlik etmiş ve hepimizin çığlık atmasına sebep olmuştu. Onu her zaman capcanlı bir şekilde karışımızda göremesek de, kartondan maskotu bizleri karşılar veya Happy Meal'da kendisi mutlaka bir şekilde yer alırdı.

Bir başka husus olarak, çocukların ilgisini çekmesi ve onları elde etmek açısından Happy Meal menülerinde verilen dönemin popüler sinema filmlerinin oyuncakları da işin ayrı bir cabasıydı. Şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim ki, en sadık müşterilerinden biri de bendim. Çünkü, potansiyel müşteri olarak beni de cezbetmişlerdi. Benimle beraber kardeşimi de cezbettiler, daha sonra ise peşimizden kuzenlerimiz geldi.

McDonald's ve Carls's Jr'ı marka denkliği açısından değerlendirdiğimizde, uzun zamandır bizimle olmasının  ve hayatımızın içerisinde yer almasının sağladığı avantaj ile, daha fazla çağrışıma sahip olduğunu söyleyebilirim. Bir markanın ne kadar fazla çağrışımı var ise,  o marka, güçlü bir markadır. Ancak gelgelelim ki, kazın ayağı artık öyle değil.

Her iki markayı ayrı ayrı ele aldğımızda, her ikisinin de hedef kitlesi farklı. Biri daha çok ve yoğun olarak çocuklar üzerinde ilerlerken; bir diğeri ise, daha çok yetişkinleri hedef kitlesi içerisine almış durumda.

Yıllar yılı Burger King ve McDonald's arasındaki tatlı rekabete şahit olduk. Burger King'i belli sebeplerden dolayı daha çok sevenlerimiz ve McDonald's'a karşı daha fazla sadakati olanlarımız mutlaka olabilir fakat Burger King'in McDonald's'ın takipçisi olduğu gerçeğini de çok zor değiştirebiliriz.

Peki neden yeni rakibi Carl's Jr.? Bunun birçok nedeni var diyebiliriz. Belki de Carl's Jr. sadece McDonald's için değil, aynı zamanda Burger King için de ciddi bir rakip.  Bahsi geçen yeni markamız dışında, her iki  diğer markayı ele aldığımızda, ikisinin de aslında restoran zinciri olarak çok farkı bulunmuyor. Siparişiniz self-servis, her ikisinin de eve servisi var, fiyatları arasında çok da fazla olmayan oynamalar mevcut, hamburgerlerin boyutları ekstra ücrete tabi olarak değişiyor..



İşte tam da bu noktada farklılaşan yeni bir fast food markası karşımıza çıktı, Carl's Jr.! Burada tüm hamburgerler aynı boyda ve yeterince doyurucu. Siparişinizi verdikten sonra, masaya restoran çalışanları tarafınızdan siparişiniz getiriliyor, ek sosların hepsi ücretsiz, dilediğiniz kadar içecek içebiliyorsunuz, fiyatları bir tık daha yukarıda fakat ödediğiniz ücretin karşılığını hem lezzet hem de memnuniyet olarak kat be kat geri alıyorsunuz. Çalışanların güler yüzünü katmıyorum bile, asık suratlardan zira sıkılmıştım artık. Bu nedenle ki, fast food zincirinin Türkiye'deki mor ineği, Carl's Jr'dır.

McDonald's ve Carl's Jr içerisinde yer alan reklam filmleri birbirinden oldukça farklı. McDonald's'da yedğimiz yiyeceklerin sterilizasyonu, nasıl elde edildikleri gibi reklamlar yer alırken -ki bu oldukça önemli bir nokta-, Carl's Jr'da ise daha fazla ürünlerini ortaya çıkaran ve iştahınızı açan reklamlar sizi karşılıyor. Her iki markanın da tutundurma faaliyetlerine değinmişken asıl bahsetmek istediğim noktadan ilerleyebileceğimi düşünüyorum.

Carl's Jr. 'ın sloganı "Eat Like You Mean It" yani "Dilediğiniz Gibi Yiyin" keza reklamlarında da zaten bunu fazlasıyla ön plana çıkarıp sizi o lezzetli hamburgerlerin herhangi birini yemeye mutlaka teşvik ediyorlar. Çünkü, hamburgerleri veya salataları bir güzel ve iştahlı bir şekilde mideye indirilirken diledikleri gibi, adeta "hamburger yemenin tadına vararak" her anın keyfini çıkarıyorlar.

McDonald's'da ise şu ana kadar ortaya çıkan veya yapılan bir reklam olmamıştı. Bunun sebebi olarak, fast food zincirinin Türkiye'deki değişmez tercihi olarak yer ettiklerini düşünüyor olmaları ihtimali üzerinde daha çok duruyorum.  Ancak bu durum Carl's Jr. ile beraber hem reklamlarda hem de sloganda kendisini fark ettirdi. "İşte Bunu Seviyorum" sloganının yerini, "Seni Senden Alan Lezzet" olarak değişen yeni slogan aldı. Hamburgerler, daha fazla imrendirilecek şekilde, reklamlarda konumlandırılmaya başlandı.

Anlatmak istediğimi daha net bir şekilde açıklayabilmek adına, her iki markanın da ayrı ayrı reklamlarını aşağıda paylaşıyorum.



                                         



Tutundurma faaliyetlerindeki diğer bir fark ise, reklamlarda yer alan kişilerdi.  Carl's Jr. reklam filmlerinde Heidi Klum, Kim Kardashian, Paris Hilton, Kate Upton gibi dünyaca isimler yer alırken,
McDonald's'da ise Rıdvan Dilmen, Emrah ve Muslera yer almıştır.  Mcdonald's daha çok bulunduğu pazar içerisindeki dinamikleri ve sosyokültürel yapıları ele alarak, reklam filmlerinde Türk toplumu tarafından sevilen, yer eden ve toplum yapısından farklı olmayan bir çizgide ilerlemiştir. Ancak, Carl's Jr'da ise bu durumun daha farklı olduğunu söylememiz mümkün. Yeni rakibin reklamlarında oynayan isimler ise, tüm dünyaca takip edilen, beğenilen isimlerden oluşmaktadır.

Zaten Dünyalı olduklarını ayrıca vurgulamaktan da hiç çekinmiyorlar.


 McDonald's'ın Türkiye'deki en önemli avantajlarından birisinin, yıllardır bu pazarda olması sebebiyle Türk kültürünü  çok iyi tanımış ve bunu menülerinde harmanlayarak karşımıza çıkarmış olmasıdır. Kahvaltının, bizim toplumumuz için yadsınamaz bir değeri vardır. Bunu çok iyi bilen McDonald's kahvaltı menüsünü bünyesine eklemiş ve bununla da kalmayıp "Türk Kahvaltısı"adı altında yeni bir menü daha kendisine eklemiştir. Bir diğer vurucu noktaları, "McTurco" ismini verdikleri menü ile olmuş ve mevcut müşterilerin yanı sıra, potansiyel müşterilerde de merak uyandırmıştır.

McDonald's FIFA 2014 Dünya Kupası için efsane bir viral hazırlamıştır ki, şapka çıkardığımı ve çok hoşuma gittiğini özellikle belirtmek isterim. Peki Carl's Jr. durmuş mudur? Hayır tabi ki.. Kendisini futbol ile ilişikilendirmek yerine, Dünya Güzellik Yarışması ile bağdaştırmıştır. Malum, bakılmaya dahi doyulamayan birbirinden güzel kızların arz-ı endam ettiği bir yarışma. Bunu nasıl yaptı peki? Şimdi bu söyleyeceğime kiminiz çok kızacak yahut kiminizde çok beğeneceksiniz ancak gerçekten iyi bir ürün konumlandırmasını olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Reklamlarında tamamen dünyaya hitap eden Carl's Jr, yeni hindi burgerinin tanıtımını da Miss Turkey ile yapmıştır. Bir nevi, hambugerlerine bakarken resmen ağzınızın sulanacağı mesajını da böylece reklama yedirmiştir. Bu kadar bahsi geçti madem, buyurun hep birlikte izleyelim.





Daha önce de bahsi geçtiği gibi McDonald's özellikle hiçbir ürününü öne çıkaracak şekilde yer vermediğini dile getirmiştim. Ancak devir değişti. Bu reklamlardan en yenisini de yukarıda paylaştım. Diğer ürünlerin reklamlarına da http://www.mcdonalds.com.tr/Yenilikler/ReklamFilmleri/ linkinden pek tabi ulaşabilirsiniz. Peki başarılı bir reklam mı? Aslında reklamı dikkatli bir şekilde izlediğinizde hamburgeri yerken alınan haz yerine, hamburgeri yerken bir anda değişen bir kız karşımıza çıkıyor. Bir şekilde, slogana uygun olan bir reklam hazırlanmış ancak ürünü ise, yine arka plana atmış olduğunu söylemek mümkün.


Evet, McDonald's hiçbir ürününü özellikle öne çıkarmıyordu, ta ki Carl's Jr'a kadar. Ürünlerinin neredeyse tüm iştah açıcı yönlerini adeta vurguluyor. Büyük, iştah açıcı burgerler, yüksek kalite, taze, ağız sulandırıcı gibi daha birçok önemli noktasına vurgu yapıyor. Bir de bu reklama bakalım, gerçekten iştahınız açılmadı mı?



Acılı bir hamburger çıkardınız veya böyle bir ürününüz var. Tanıtımını nasıl yaparsınız? Sadece ürünü mü tanıtıırsınız yoksa daha farklı bir yol mu izlersiniz? McDonald's "Acılı Tavuk" ürünü ile "Acıların Çocuğu Emrah" ı biraraya getirmeyi uygun buldu. Marka yönetiminde, unsur için doğru olan, marka için de doğrudur. Ancak daha başka bir yol izlenilemez miydi yahut başka bir şekilde tanıtılamaz mıydı o da tartışılan veya tartışılması gereken diğer bir konu. Elbette, reklamın ne kadar ilgi çektiği ve geri dönüşler de oldukça önemli. Carl's Jr.'da ise yine acı severlerin müdavimi olacağı başka bir ürün de var, "Jalapeno Burger" .. Bunun ürünün tanıtımı da yine yapıldı, geleneksel medya aracılığıyla.. Şimdi her iki reklamı da bir göz atalım. Ürününüz evet acılı ve acı içeriyor ama bu acıyı neden daha başka şekilde öne çıkarmak dururken, böylesine dramatize edelim ki?





Hatta biraz sonra da değineceğim dijital pazarlamada da Facebook'ta çıkılan içerikleri de şimdiden paylaşmak isterim.  "Acılı tavuk" vs. "Chicken Fillet"..




Geleneksel medya üzerinden, dijital medyaya geldiğimizde hangisi daha aktif ve uygulamaları daha iyi dersek, Carl's Jr.'ı söyleyebiliriz. Her iki markada özellikle Facebook'ta çıkılan içerikler, hedef kitlelere yönelik olarak çıkarılıyor. McDonald's çoğunlukla call-to-action üzerinden ilerliyor ve yie "geleceğin müşterileri" olan çocukları asla ama asla es geçmiyor.


Özellikle tüketicilerle birebir, anında ve sıcak bir etkileşim kurabilmek adına Twitter'ı en önemli sosyal mecra aracı olarak nitelendirmekteyim. Dolayısıyla markanız ile ilgili yapılacak olumlu ve/veya olumsuz birçok yoruma anında etkileşime geçmek de, hem marka imajınız hem de markanız ile sıcak bir dialog kurulmasını sağlamak açısından Twitter'da olmanız önemli bir adım diyebilirim. Carl's Jr.  Twitter'da  da bu açıdan başarılı olduğunu söyleyebilirim.

Görüşleriniz, markalar ile ilgili yeni değerlendirmeler veya öğrenmek istedikleriniz, blog içerisinde hangi markalara yer verilmesini istediğinize dair tüm beğeni ve eleştirilerinizi, varliknihan@gmail.com adresine iletebilirsiniz. :)

Twitter üzerinden iletişime geçmek ister iseniz, @NihanVarlk adresine hepinizi beklerim. :)


Sevgiyle kalın,
Nihan.



20 Şubat 2015 Cuma

Masal Toplamak İster Misiniz?



"Bir varmış, bir yokmuş" ile başlayan masallarımız, anlatılıyor mu hala bilmiyorum. Ancak şu bir gerçek ki, masallara bayılan ve onlarla uykuya dalmayı en seven çocukluklardan biri olduğumu kesinlikle ve hiç bir şüpheye düşmeden söyleyebilirim.

Masalları dinlerken, gözlerimi tavana doğru diker, orada o masalı kendimce canlandırırdım. Uyumadan önceki en büyük zevkimdi..

Şimdilerde masallar, ya sonları değişitirilerek  ya da kötü karakter üzerinden gidilerek sonuca varıyor veya tüm masalları içerisinde barındırdan fimler çekiliyor. Yurtdışındaki örnekleri "White Snow and Huntsman", "Malefiz" ve şimdide bugün vizyona giren "Sihirli Orman"; Türkiye'deki örneği ise, "Sevimli Tehlikeli"..  Yani masal, bir şekilde hala hayatımızın içerisinde var olmaya devam ediyor.

Masallar belki şu anda hayatımızın içerisinde çok fazla yer almıyor olabilir fakat bir yerlerde halen yaşamaya ve bilmesek de bir gün ortaya çıkarılmayı bekliyor, kim bilir? Bir varlar ve bir yok olmasınlar diye atılan çok güzel bir adım var.

Bisikletli Sahaf'la beraber masal toplamaya ne dersiniz? Bisikletli Sahaf tam anlamıyla çevre dostu bir sahaf! Çevreye zarar vermeden, bisiklet ile istediğiniz tüm kitapları evinize kadar getiriyor.


İstediğiniz kitapları ve adresinizi kendilerinin internet sayfası üzerinden http://bisikletlisahaf.com/ bildiriyorsunuz ve kargoya vermek yerine, bisikletle size kadar kitabınız ulaşmış oluyor. Yok eğer, kargo ücreti ödemek istemiyorum diyorsanız, Çapa tramvay durağına geldiğinizde  veya belli bir miktar üzerinde alışveriş yaptığınızda kargonuz ücretsiz oluyor. Ancak bu hizmetin yalnızca İstanbul ile sınırlı olduğunun da altını çizmekte fayda görüyorum.




Kitaplarını sizlere satmaları için, ilk koşulları öncelikle onların dostu olmanız. Kitap listesinde ise, Türk Edebiyatı'ndan sinemaya, sanattan tarihe, felsefeden çevre sorunları ve daha bir çok kitaba sahip olma şansınız bulunuyor. Kitap listesini daha iyi incelemek istiyorsanız eğer, buyurun size tüm kitapların listesi; http://bisikletlisahaf.com/kitap-listesi :)


Peki bu masallar ya bir gün unutulursa? Bir tohum gibi ekildiğinde masallar büyür ve yeşermeye devam eder.  Tohumlar ekilmezse ölür, masallar da anlatılmazsa son bulur.

Bu fikirden yola çıkan Rüzgar Bey ve Filiz Hanım, "Türkiye Tohum ve Masal Turu"na Mart ayında yola çıkmaya hazırlanıyorlar.  Yolculuklarına parasız olarak başlayacaklar. Gerekli durumlarda takas veya günlük işlerle geçimlerini sağlamaya çalışacaklar.  9 ay sürecek turda,  pedal çevirip, köylere uğraya uğraya yolculuklardan elde ettikleri masal ve tohumlardan bir kaynak oluşturmayı hedefliyorlar. Yolculuk için ise bir takım ihtiyaçları bulunuyor. "Nedir bu ihtiyaçlar?" diye merak ediyor ve yardım etmek istiyosanız eğer, http://bisikletlisahaf.com/yola-cikiyoruz/ linkine tıklayarak, tüm bu ihtiyaçlara göz atabileceğinizi söylemek isterim. :)

Masal toplamanın asıl amacı, günümüzde unutulmaya yüz tutmuş olan masallara can suyu vermek ve onların hayatta kalmalarını sağlamak. Masal turunun sonunda, isteyen herkesin faydalanabşleceği bir masal kitabı ortaya çıkacak. Bu zaman dilimi içerisinde, köy öğretmenleri, üniversitelerin ilgili bölümleri, derneklerle işbirliği yapmak istiyorlar. Kendilerini masalın kaynağının doğduğu yere direkt olarak götürecek her kişiye ve kuruma kapıları sonuna kadar açık.


Kendilerine yardımcı olmak, destek vermek, masalın kaynağına gitmeleri için yol göstermek isterseniz, http://bisikletlisahaf.com/bizimle-masal-toplamak-ister-misiniz/ linkinden daha ayrıntılı bir şekilde bilgi alabilir ve websitelerinde kendileri ile ilgili daha birçok ilgi çekici detaya ulaşabilirsiniz.
Kendilerini daha yakından tanımak istiyorsanız, 21 Şubat Cumartesi günü Kızıltoprak Delta Bisiklet'te yolculuk öncesi son etkinliklerini düzenliyor olacaklar. :)

Tüm etkinliklerini daha yakından takip etmek ve Bisikletli Sahaf ile ilgili bilgilere önce ulaşmak istiyorsanız, Facebook , Twitter ve Pinterest üzerinden kendilerini takip edebilirsiniz :)



17 Şubat 2015 Salı

Yine de Dünya Dönüyor



Yeni Yüzyılın Orta Çağ'ında mıyız, yoksa Orta Çağ'ın Yeni Yüzyılını mı yaşıyoruz diye düşünmeme sebep olan açıklama dün Suudi Arabistan dolaylarından geldi "Dünya dönmüyor" ve ardından gelen uçak ile ilgili açıklama.. Açıklamanın devamını biliyorsunuz, daha fazla açıklayarak daha ilk paragraftan "öf püf" dememeniz için yazmıyorum.

Gerçi böyle düşünmem için o kadar uzağa gözlerimi dikip, kulak kabartmama da gerek yok. Malum, ülkemiz bu konuda her gün yeni olaylara gebe.. Bunu da dipnot olarak buraya düşelim.  Çok severiz gözümüzün önündekini değil de, başkasına sahip çıkmayı. Yanıbaşımızda yardımımıza, ilgimize ihtiyacı olanlara değil de yedi kat ellere yardım edip, bağrımıza basmayı..

Her şey insanlar için. Elbette yardım edeceğiz, etmeliyiz de. Bununla alakalı aksi bir görüşüm veya düşüncem yok ama önce kendimize, yanıbaşımızdaki bize ihtiyacı olan insanlara elimizi uzatıp, daha sonra etrafımıza yardım edebiliriz düşüncesi içerisindeyim. Bunu belki şu şekilde açıklayabilirim. Çocukken sahip olduğunuz değerli bir oyuncak olduğu varsayalım. Bir de  evinize misafir olarak annesi ve babası ile gelen başka bir çocuk daha gelsin. İki kolunun arasında sımsıkı tuttuğu bir oyuncağı olsun. Onu nasıl sahiplendi, ne kadar istediniz değil mi o oyuncağı? Onu bu kadar değerli yapan neydi, sahiplenilişi.. Kendi oyuncağınızı bir kenara fırlattınız ve diğer oyuncağı almak oldu bütün gayeniz. Halbuki elinizdekinin kıymetini bilseniz, ne bu kadar öke, ne ağlama, ne kıskançlık yaşamayacaktınız. İnsanoğlu kaybetmeden sahip olduklarının değerini anlayamıyor pek maalesef, özellikle bu coğrafya içerisinde.

Neyse, gelelim konumuza..

Bazen bende istediğim şeylere doğru giderken, bana doğru aynı anda gelsinler ve aynı noktada buluşalım istiyorum. Sonuçta Uçak Çin'e gidiyor ise, Çin de uçağa doğru gitmeli öyle değil mi? Ortak bir nokta yahut tam tersi, ben  ona doğru gidip, onu istiyorsam eğer, benim bir adım atmam yeterli, o zaten geldiğimi biliyor mutlaka bana doğru gelecek. Böyle bir dünya var mı gerçekten? Bu açıklamalar insanlıkla mı yoksa kendi ulusuyla mı alay ediliyor düşüncesini sorgulamama sebep oluyor. 

Dünya dönmüyor ya hani, peki şimdi bundan sonra, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sananlar ne yapacak? Onları da inandırmak güç.. Zaten yıllardır böyle insanlara, zannettiklerinin olmadığını söyleye söyleye dilimizde tüy bitti ama bu şekilde düşünen ve hayatımızın biraz içerisinde, çokça dışarısında olan bu insanlar bu olayı kabul eder mi? "Dünya benim etrafımda dönmüyormuş! Saçmalama canım!"

İnsanın hayal gücünün sınırları yok efendim. Bugün başka bir düşünceye, yarın başka bir düşünceye hatta bazen kendi söylediği şeylere yeri geldiğinde kendi bile inanmış olarak karşımıza çıkıyor. Kısaca eğer, yeterince isterse insan, kendini bile kandırabiliyor. Bu fikrin de buradan geldiğini düşünüyorum.


Kısa bir anektodla konuyu bağlamak istiyorum.  Galileo Galilei "Dünya dönnüüyyooorr" diye kendini meydanlara attığında, konuyla ilgili kitaplar yazmaya başladığında ve etrafındaki kişileri bu konu hakkında bilgilendirmek istediğinden dolayı, 16. yy'da Kilise tarafından bu teorininin Kutsal Kitap'ta Yeşu'nun Güneş'e hakaret etmeme emri vermesine ters düşmesi sebebiyle, engizisyon mahkemesi önünde sorguya çekilmesine sebep oldu.


Engizisyondan çıkan karar, bu teorinin asılsız ve dine aykırı olduğuna yönelikti ve Galilei bu teorisini inkar ederse, idam edilmekten kurtulacaktı. Bunun üzerine Galilei "görmedim, duymadım, bilmiyorum" diyerek kendini idam sehpasından çekip almıştır.
Özgürlüğüne doğru yol alırken, kendi düşüncesini yine de savunma iç güdüsüyle, mahkemeye doğru dönerek "ama yine de dünya dönüyor" demiştir.

Efendim ne demiş Nilüfer? Ne de güzel söylemiş, "Dünya dönüyor, sen ne dersen de!" Hatta hep beraber, yeniden bağıra çağıra söyleyerek Nilüfer'in güzel ve kuvvetli sesine eşlik edelim!


 


Etrafınızdaki herkes gibi düşünmek zorunda değilsiniz. Evet hepimiz insanız, ancak hepimizin farklı bir doğası var kendince. Bugün dünyaya baktığımızda da ve bir şeyleri okurken fark ettiğimizde, dünyayı değiştiren insanların kendi fikirlerini bırakmadıklarını, gidebildikleri yere kadar gittiklerini, yenilseler de tekrar tekrar denediklerini görmekteyiz.

Yine de yıl olmuş 2015, hala inanmıyorlar.. E o zaman ne diyelim? Neye inanmak istiyorlarsa, ona inansınlar..





11 Şubat 2015 Çarşamba

Buram Buram Lezzet: Handenin Fırını!



Bugün buram buram lezzet kokan bir yazı ile karşınızdayım! :) Anlatırken yapılan o müthiş ve ince düşünülmüş kurabiye ve pastaların hepsi adeta bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor! Böyle bir  web sitesini ziyaret ederken, kişinin aksini düşünmesi pek mümkün görünmüyor. Site üzerinde lezzetten lezzete doğru koşarken bütün rejim reçetelerinizin adeta aklını çalıyor .. ;)


Böylesine bir girizgahtan sonra en lezzetli markayı açıklıyorum, "Handenin Fırını" !



2012 yılında temelleri atılan bu marka,  aslında hiç de az olmayan bir zaman içerisinde "Mutlu Anlarınıza Tatlı Lezzetler'' katmaya devam etti ve halen devam etmeyi sürdürüyor. Müşterilerine her zaman özel ve taze lezzetler sunma felsefesi ile hareket eden lezzetli marka, taptaze ürünlerini Türkiye'nin her yerine kargo ile güvenli bir şekilde servis ediyor.



Çok zengin bir listesi olduğunu söyleyebilirim. Butik pastadan, kurabiyeye, popcake'ten cupcake'e, yılbaşı, düğün, nişan, doğum günü, kişiye özel ve hatta kurumsal pastalara kadar aklınıza gelebilecek her türlü seçeneğin her biri özenle  düşünülmüş. Daha fazlası için mutlaka web sitesine bir göz atmanızı öneririm.  Belirli bir ürünü web sitesi üzerinden seçebilir veya arzu ettiğiniz şekilde yeni bir pasta veya istediğiniz başka bir ürünü sipariş verebiliyorsunuz.



Kafanız mı karışık? Tam olarak bir fikriniz var ama karar veremiyor musunuz? Yahut aklınızda başka bir fikir mi var? Tüm bu sorularınızı web sitesi üzerinden anında canlı destek sayesinde müşteri temsilcilerinin yardımıyla çözebiliyorsunuz veya kendilerine danışabiliyorsunuz.



Aynı gün sipariş seçeneğiniz bulunmuyor  ve Butik pastalar yalnızca İzmir içerisinde sipariş edilip, özel araçlarla kapınıza kadar getiriliyor. Diyelim ki, siparişinizi verdiniz ancak ne durumda olduğunu merak mı ediyorsunuz? Bunun için şimdi paylaşacağım link üzerinden, siparişinizin onay, üretim ve teslimat süreçlerini takip etme şansına sahipsiniz: https://www.handeninfirini.com



Mutfak ile uğraşmak, -en azından benim açımdan- inanılmaz bir terapi.. Her türlü duyguyu yaşadığınızda mutfağa koşanlar ve mutfakta zaman geçirmekten hoşlananlar olarak, sıkı durun burada müthiş bir ayrıntı var!



İlgimi çeken tüm bu ayrıntıların dışında, diğer hoşuma giden bir nokta ise, pasta kursu alabilme imkanına sahip olabilmenizi sağlayan, HF Atölye.. Mutlu anlarınıza sadece tatlı lezzetler katmakla kalmayıp, sizlerin de parmak uçlarınızdaki mutluluğu dışarı çıkarmanıza yardımcı oluyorlar.  Butik pasta, Kurabiye, Yılbaşı Temalı Kurabiye, Cupcake, Popcake, Çiçek ve Sevgililer Günü Kurabiye kursu olmak üzere 7 farklı seçeneğiniz bulunuyor.


İster profesyonel ister amatör olun, eğer pastacılık konusuna ilginiz var ise; veya kendinizi bu konuda geliştirmek istiyorsanız, bu şahane kurslardan herhangi bir tanesine katılabiliyorsunuz. "Nasıl katılabilirim? Eğitimler kaç kişilik?" gibi sorularınızı duyar gibiyim, bu sebeple daha detaylı bilgi edinmeniz için HF Atölye'nin web sitesinin linkini büyük bir iştahla paylaşıyorum; http://www.hfatolye.com/.



Handenin Fırını'nı sosyal medya üzerinden de rahatça takip edebilirsiniz. İştahınız sizi zorlayabilir, rejimdeyseniz aklınızı çelebilir fakat kendinizi mutlu etmenizi sağlayacak ise, bu lezzetli ürünleri mutlaka deneyimlemelisiniz. 


Takibin ipucu ise tam aşağıda ;)

Instagram: http://instagram.com/handeninfirini

Facebook:https://www.facebook.com/handeninfirini


9 Şubat 2015 Pazartesi

İşinizin Apoleti : Kartvizit



Kartvizitler, "Aman canım dört kenarlı, üzerinde üç beş yazı olacak, bir de mail adresi, tamam" diyerek geçilmemesi gereken ve hatta özellikle dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta. Bir yer de işinize de ne kadar önem verdiğinizin de aynası denilebilir.

Kartvizitler iş dünyasında  bir nevi sizi temsil etmektedir. Ne kadar özenli ve işinize uygun bir tasarım ile hazırlanmışsa, öne çıkma ve rakiplerinizden sıyrılma olasılığınız da o kadar fazla olacaktır.

Kullandığınız veya kullanmayı düşündüğünüz renkler ve tüm bunların kurumsal kimliğinizle bir ahenk içerisinde olmasına dikkat edilmiş olması da diğer önemli özelliklerin başında gelmektedir.

Kartvizit, ilk olarak 1850'li yıllarda Avrupa'da kullanılmaya başlandı, 19. yy sonlarına doğru gelinirken Osmanlı Devleti topraklarında da kendisine hayat bulmaya başladı. Yani aslında, hiç de azımsanmayacak bir değeri olduğunu söyleyebiliriz. Dünya üzerinde birçok medeniyet kuruldu, etkisini kaybetti fakat bir şekilde onların kültürleri ve hatta onlardan sonra, yıkılan medeniyetleri üzerinde kurulan diğer medeniyetlerin kültürleri ile beraber yaşamaya devam ettiler.

Dünya üzerinde bu kadar kültür çeşitliliği varken, kartvizit vermenin de kültürden kültüre değiştiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla yurtdışına çıkmadan önce, bu ufak ancak önemli noktalara şöyle bir göz atmanızda fayda var. İnsanların kültürlerine dokunmak, onlarla aranızda daha sıkı bağlar kurulmasına neden olacaktır.

Bu küçük dipnotumuzun ardından gelelim, kartvizitlerin nasıl olması gerektiğine.. Kartvizitleriniz koyu renkte olduğu zaman (özellikle siyah bir zemin tercih ettiyseniz) üzerine not alınması ve/veya not alınan bu yazıların okunması bir hayli güç olacaktır.  Dolayısıyla işi uzmanına bırakmak bu noktada en doğru tercih olacaktır. Çalıştığınız grafik tasarımcınızın sözüne itimat etmeniz aslında daha doğru bir yol olacaktır. Zevkleriniz uyuşmayabilir ancak bir tasarımcının gözüne bu noktada inanmalısınız. Hiç olmadı, hem sizin hem de kendisinin çıkaracağı birkaç örneği kendisinden rica edebilirsiniz. En azından, hiç değilse iki kartvizit arasındaki farkı ve nasıl olacağını aksi gözünüzün önündeyken daha iyi çözümleyebilirsiniz.

Koyu renkleri seviyor ve tercih ediyor olabilirsiniz. Ancak bu baskın renkleri kartvizit zemininde uygulamak yerine, fontların üzerinde hayata geçirmeniz daha uygun olacaktır. Logonuzun yeri  tasarım ve kartvizitinizin büyüklüğüne göre farklılık gösterebilir.  İlla logo ortada kocaman duracak diye bir kaide bulunmadığının da altını şöyle bir çizelim.

Şu ana kadar ülkemiz sınırları içerisinde çok yaratıcı kartvizitlere rastladığımı ve hayran kaldığımı söylemem pek doğru olmayacaktır. Yahut varsa da, henüz denk gelmedim; bununla beraber denk gelmeyi de çok isterim.

İyi ve yaratıcı bir şekilde tasarlanmış bir kartvizit işinizin büyümesini sağlamaz ancak bu konuda size yardımcı olabilir. Yurtdışında her işi özellikle anlatan ve bir o kadar da yaratıcı kartvizit örneklerinin birkaçıyla sizleri şimdi başbaşa  bırakıyorum.

Aslında bu kartvizitlere bu kadar emek verilmiş olmasının ardında başka bir neden daha yatıyor. İşini sevmek ve en önemlisi ona saygı duymak. Yaptığınız işi asla küçümsemeyin.

Yoga Antrenörü için en yaratıcı kartvizitlerden biri;



Peyni Rendesi deyip geçmeyin,



Aslında daha başka bu kadar iyi anlatılabilir miydi?Boşanma Avukatı'nın iş kartı,





Daha fazla göz gezdirmek ve fikir edinmek ister iseniz, aşağıda paylaştığım bu şahane linke tıklayarak diğer yaratıcı ve yapılan işlerle örtüşen kartvizitlere de uzun uzadıya göz atabilirsiniz. :)
http://www.architecturendesign.net/29-of-the-most-creative-business-cards-ever/

Sınırlarınızı kaldırın. Bırakın yaratıcılığınız sazı eline alsın.


8 Şubat 2015 Pazar

Şarkılar Gün Geçtikçe Tenhalaşıyor



Keşke.. Yine "keşke" ile başlayan bir cümle daha.. Belki de cümleler topluluğu.

Bugün daha güncel bir konu hakkında görüş ve düşüncelerimi paylaşacağım. Hayat bazen durmalı, her zaman akıp gitmemeli. Bazen kendi zamanınızı durdurup etrafınızda olan biten şeylere bakmak da gerek.  Ne kadarına katılır, ne kadarına katılmazsınız bilmiyorum..

Hayat öyle bir akıp gidiyor ki, artık haftaların bile neredeyse bir önemi kalmadı. Gözünüzü bir açıyorsunuz, bir bakmışsınız haftabaşı; bir kapıyorsunuz, bir bakmışsınız haftasonu. Aylar haftalara, haftalar saatlere, saatler dakikalara döndü.

Tüm bu hızlıca akıp giden zamanda hayat gailesi içerisinde, hep gerçekten yapmamız gereken şeyleri bir kenarda biriktirmeye başladık. O kadar ki, aynaya bakarken bile en çok kendimizi es geçtik. Yapmak istediklerimizi, kendimizi şımartmayı, ailemizin yanına gitmeyi ve daha birçok şeyi.

O kadar eminiz ki sahip olduğumuz şeylerin her zaman bizimle olacağından, artık cümlelerimize bile yansır oldu. "Dur şu işleri de bir halledeyim, şu gün yaparım/giderim/ederim/bakarım". Geniş zaman içerisine sıkıştırılmış bir dünya insan olup çıktık.

"Keşke"yi, insanoğlunun  en büyük düşmanı olarak görmüşümdür her zaman, büyük ihtimalle yaşadığım müddet boyunca da böyle olacak. Her şeyin kıymetini, elimizdeyken bilememe huyumuz.. Zamanı nasıl harc-ı alem kullandığımız, kaybetmeden önce  değeri anlaşılmayan, yanımızdan geçip giden şeylerle dolu insan ömrü.

Herkes için geçerli değil tabi ki tüm bunlar. "Vefa"yı yalnızca semt ismi yapmamış, elindekinin kıymetini bilen ve onunla mutlu olan insanlar da yok değil mi? Elbette var.

Türkiye'nin en önemli ve güçlü seslerinden biri, nice insanın bam telini sızlatan Müzeyyen Senar, bugün Hakk'ın rahmetine kavuştu. Her yerde şarkıları eskisine nazaran  daha çok çalınmaya, kendisiyle ilgili tüm bilgilere ayrıntılı bir şekilde yer verilmeye başlanacak, anlatılacak ve anlatılacak.

Keşke, evet keşke.. Bu hayata bizlerle beraber tutunduğu müddet süresince de bu kadar hatırda kalsaydı, şarkıları yine bu kadar sık çalınsaydı, sadece hayatın bu en soğuk tokadı bizlerin suratına atılmadan daha çok farkına varıp, daha çok değer verilseydi.

"E sen şimdi neden yazıyorsun? Bu tokadı sen de yedin, şimdi mi aklına geldi?" diyebilirsiniz.  Keşke'lere daha çok sığınmamak, boğazlar başka bir sefer düğüm düğüm olmasın diye yazıyorum tüm bunları. "Benzemez Kimse Sana" yı bir başkasından dinlediğimizde aynı duyguları yaşayacak mıyız?

Kalbimize  dokunabilecek mi başka bir ses bu kadar derinden ve içten? İstikbalinize baktıkça, mücrim gibi sizi titretecek başka biri daha olacak mı? Şarkılarının içerisine sizi alıp,  her bir notasını, sözlerini ruhunuza ve kalbinize bir nakış gibi işleyecek başka bir sanatçı daha gelecek mi?

Kimsenin yeri doldurulamaz. Hele ki kalpte ayrı bir yer edenlerin ise, asla.

Hayatın en büyük tokadını yediğimde aklıma hep tek bir soru ve korku gelir "Sesini unutacağım. Hayali, sureti, fotoğrafları ve anıları hep benimle olacak. Peki ya sesi?". Nedense hayatın bizden aldığı insanların seslerini unutmaktan çok korkarım. O zaman onları hepten unutacakmışım gibi gelir.

Müzeyyen Senar, bu dünyadan göçüp gitse bile, sesi ve şarkıları hep bizimle olacak. O, hiç unutulmayacak. Unutulduğunu düşündüğümüz bir anda, radyoda veya denk geldiğimizde yine boğazımızı düğüm düğüm edecek, kalbimize yumuşakça dokunacak, yine O'nun şarkılarına O'nunla beraber eşlik edeceğiz.


Kimseye etmem şikayet diyemiyorum. Hayattayken, nefes almak gibi büyük bir lütuf bizimleyken, sevdiğiniz, değer verdiğiniz, önemsediğiniz her şeye ve herkese daha çok vakit ayırın. Şöyle geriye dönüp bir gün baktığınızda, büyük fontlarla yazılmış "Keşke"ler gelmesin ardınızdan.

Müzeyyen Senar'ın o güzel kadife sesi ile sizleri naçizane en sevdiğim birkaç şarkısı ile başbaşa bırakıyorum. Sesi hala bizimle, demek ki her zaman bizimle. Ne kadar uzakta olursa olsun.


Benzemez Kimse Sana


Kimseye Etmem Şikayet

Şarkılar Seni Söyler

Vardar Ovası

Kırmızı Gülün Ali Var


Baki kalan gökkubbede hoş bir seda. Mekanın cennet olsun, nur içinde yat.


4 Şubat 2015 Çarşamba

Yepyeni Bir Marka Daha: Selfstone!




Sadece var olanların değil, aynı zamanda yeni markaların da takipçisiyim! :)

Şimdi sizlere tanıtacağım ve tanıtırken büyük bir keyif alacağım, yepyeni, marka olma yolunda ilerleyen bir adım var, “Selfstone

Selfstone’nu rakiplerinden ayıran en önemli özelliklerden bir tanesi, ürün tasarımını, kişiye özel yapıyor olmaları. Yani, siz isterseniz instagram hesabında paylaşılan bileziklerden sipariş edebiliyorsunuz. “Hayır ben kendi zevkime özel bir şey yapmak istiyorum” diyorsanız eğer, internet sitesi üzerinden bileziğinizin veya bileziklerinizin tasarımını dilediğinizce yapabiliyorsunuz.



Birden fazla farkı olduğuna dair bir vurgu yaptım madem, devamını da getirmek isterim. Bileziklerinizde kullanacağınız taşlar, tamamen doğal.  Doğal taşlarla ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz eğer, yine kendilerine websiteleri üzerinden ulaşabilirsiniz.

Ürünlerin fiyatı ise, kullandığınız taşlar oranında artmıyor, cebinizi çok da yakmayacak sabit bir ücreti  var.  Hedef kitlesi sadece kadınlardan oluşmuyor. Ürünler unisex olarak tasarlanabiliyor. Sevgililer Günü’ne sayılı günler kala, erkek veya kız arkadaşınıza bu şahane bileklilerden hediye edebilirsiniz.



Ayrıca tasarımlarda çok ince bir noktaya dikkat edilmekte olduğu da dikkatimi çekti. Bu aslında bilezik kullanmayı seven kişilerin –özellikle de benim- muzdarip olduğum konulardan bir tanesi olan, bilekliğin çok dar veya çok bol gelmesidir.


“Bileklik bol mu gelecek?, benim bileğim çok ince nasıl durur? Bileğime dar gelir mi? gibi tüm sorularınızı artık bir kenara bırakın. Çünkü, tüm bunları Selfstone sizin için düşünmüş! 

Bileklerinizi  kendiniz veya sevdikleriniz için Small, Medium, Large ve XLarge boyutlarında sipariş edebiliyorsunuz. Size sadece hazır tasarımları seçmek veya kendi tasarımınızı yapmanın keyfini çıkarmak kalıyor. :)

“Yok ben görmeden inanmam” diyorsanız eğer, instagram sayfalarına ve de websitelerine göz atmanızı öneririm.

Website üzerinden: http://selfstone.com
Instagram üzerinden: http://instagram.com/selfstone_

Havalar nasıl olursa olsun, sizin havanız güzel olsun :)
 

3 Şubat 2015 Salı

Gerçek Zamanlı Pazarlama ve Markalar


Bugün ele alacağımız konu, gerçek zamanlı pazarlama.. Gerçekten dikkatli bir şekilde gündem takip edildiğinde, doğru yerleştirmeler ile markaların ilerleyebileceği oldukça önemli bir pazarlama yöntemi.

Kısaca gündem size ne yapmanız gerektiğini sunuyor, size de bunu doğru bir şekilde kullanmak kalıyor. Yani evren daha ne yapsın? Size hedefinizi tam on ikiden vurmanız için yardımcı oluyor. Tabi bunu görebilmek ve doğru yorumlamak da tamamen sizin yaratıcılığınıza kalıyor.

Gerçek zamanlı pazarlama, çok kısa da olsa bahsi geçmesine rağmen, markaların gündemde olan gelişmeleri takip ederek, tüm bunlara paralel olarak içerik, reklam ve ürün yerleştirme yoluyla hedef kitlenize ulaşmanızı sağlayan keyifli bir strateji olduğunu söyleyebiliriz.

Markalar, gerçek zamanlı pazarlama sayesinde, hedef kitlesinin daha aktif olduğu platformlarda, dialoglara aktif katılım sağlayarak doğrudan iletişime geçmektedir. Özellikle, Twitter bu taktiğin kullanıldığı ve yine kullanılmaya devam edeceğini öngördüğümüz, markaların daha çok ekmek yiyeceği sosyal mecra olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz.


Bu taktiği kullanan markalar elbette var, ancak naçizane daha başarılı bulduğum iki marka var. Bir tanesi Caramio, bir diğeri de Oreo ile Çaykur arasındaki daha çok dikkatimi çekti diyebilirim.

Ülker markaları yaklaşık 4-5 ay önce gerçek zamanlı pazarlama ile ilerleme kararı almış, ve bu kararın ardından yıllar sonra yıldızı parlayan ürünü, Caramio'da en üst noktasına ulaşmıştır. Ülker tarafından alınan bu karar aslında, sadece tek bir ürünlerine yönelik de olmamıştır. Tüm ürünlerinin yeri geldiğinde birbiri ile iletişim halinde olması da önem teşkil etmekteydi. Bunun en önemli nedenlerinden bir tanesinin de aslında ürünleri arasında "yamyamlık" olmasını istemediği için olduğunu belirtebiliriz.

Hedef kitleye verilen cevaplar, aslında gençlerin dilinden ne kadar iyi anladıklarını da göz ardı etmememiz gerektiğini de gözler önüne sermekteydi adeta.   Madem bu kadar bahsettik, o zaman birkaç güzel örnekle ne demek istediğimizi daha çok belirtelim;





Kuzenler burada da karşımıza çıkıyor. :) Hedef kitlenize hitap ederken, aslında onları çok iyi tanımanız ve iletişim dillerine de ayrıca hakim olmanız gerektiğini önemli bir göstergesidir aslında, aşağıda marka tarafından verilen geri dönüş.




 Ülker markaları arasında "yamyamlık" olmasını istemediği gibi, markalarının özellikle birbiri ile iletişim halinde olmasına da özen gösteriyor.


Şimdi geldiğim diğer bir nokta ise, yazının en başında bahsi geçen Oreo ve Çaykur arasındaki iletişim.

Oreo, Türkiye pazarına yeni giren bir marka. Geleneksel medya ve dijital medyada çalışmalarını yürütmeye devam ediyorlar.  Onun öncesinde çok ama çok kısa bir noktaya daha değinmek istemekteyim.

Bir ürünü yeni girdiğiniz ülke pazarına nasıl entegre edileceği ve sosyokültürel etkilerin atlanmamasını öneminden ilk yazımda uzun uzadıya bahsetmiştim.  Oreo'nun sosyal medya yönetiminde yaptıkları ise, Türk toplumunun sosyokültürel etkilerini çok iyi bir şekilde kullanmaktır. Yani tam olarak sosyokültürel etkiler üzerinden ilerlemektedirler. Ne kadar iyi bir ürün üretmiş olursanız olun, bu etkiyi atladığınız takdirde çuvallayacağınızın güvencesini tamamen size verebilirim.

Ayrıca illere özel içerikler üretmelerinin de oldukça hoşuma gittiğini  de eklemek isterim.

Oreo'nun sosyal medyada neler yaptığına ve yapmakta olduğuna buyrun hep birlikte göz atalım.
 

Aslında, şöyle bir bakıldığında Oreo'nun bizi tavlamış olduğu gözükmüyor mu? ;)



İllere özel içerikleri ise şu anda sadece İstanbul ve Manisa ile sınırlı ancak resmi Twitter hesabından diğer tüm içeriklere ulaşabilirsiniz. Yalnızca bir tık ötenizde :)



Halay'ın her yere götüreceğinin farkına da varmamış değiller hani ;)

Ve işte uzun uzadıya bahsettiğim Çay kültürü ile çıkılan muhteşem içerik ve Çaykur'dan gelen hoş karşılama :)





Bundan sonra Oreo'nun sıkı takipçisiyim, bakalım başka neler yapacaklar? merakla bekliyorum. :)