14 Ekim 2015 Çarşamba

Telefonunu Değil, Kendini Güncelle


Ne zamandır kafamda dönüp duran konuları bir masaya yatırmak istedim.  Konular o kadar karışıktı ki, her telden bir şey vardı ceplerimde.. Ceplerime ellerimi usulca sokup, aldım ne biriktirdiysem. Ellerimdeki tüm malzemeleri masanın üzerine gelişi güzel dağınık bir şekilde bıraktım.

Eldekilerden ne tam hale gelir, neleri bırakmak gerekir.. Neler onarılıp, neyin onarılmayacağını şöyle bir gözden geçirdim. Çoğu eksi püskü, bazıları tozlu, bazısı ise "bu sefer olacak" deyip de, yine kursakta kalan lokma gibi.. O yüzden hepsini çöpe attım.   

Şöyle bir baktığımızda, geçmiş için hayıflanmak, gelecek için hayal etmekle geçiyor günler.. Şimdi'den eser dahi yok. Onu hep ya geçmişi ya da geleceğin nasıl olacağını tasavvur ederken kaybediyoruz. Ortada olmayan bir şey için, var olanı da kaybediyoruz. Peki nedeni nedir?
Kendimce bu duruma iki neden buldum;
İlk olarak tüketimi çok seviyoruz; ikinci olarak da ertelemeyi..

Çıplak geliyoruz sonra kıyafetlerle donatılıyoruz, yetmiyor "anneeee dolabımda hiçbir şey yok!" diye feryat figan bağırıp, kendimizi saracak, paketleyecek yeni "ciciler" almaya gidiyoruz. Bu artık hem kadın hem erkek için de su götürmez bir gerçek. Tüketim toplumuyuz, yalan mı?

Doğum gününde fotoğraf çekiliyorsunuz/ çekiyorsunuz şak o mecraya; şak bu mecraya.. Üstten, alttan, sağdan, soldan o anı yaşamak varken, kendinize özel tek bir an, anı bırakmıyorsunuz. Hiç böyle baktınız mı duruma? Şimdi diyeceksiniz belki de "sen niye burada yazıyorsun?" diye.. Ben burada kendi kendime konuşuyorum ve bundan da çok büyük keyif alıyorum.
Paylaşımlarım genelde düzensiz.. Aklıma esen konu hakkında kendimce gözlemlediğim çıkarımları burada sizlerle paylaşıyorum. Ne yani? Sadece bende mi kalsın? Paylaşımcı olmaktan şikayetçi değilim. Arada ben konuşuyorum, siz okuyorsunuz. İyi ki de okuyorsunuz! Bunun için ayrıca teşekkür ederim teker teker..
Haydi bir de ertelemeye bakalım;

Bedeni kapat, düşünceyi kapat, duyguyu kapat, kalbi kapat.. "Bugün şu işim var, yarın bunu yapmam lazım", Kendimi erteleyeyim canım ne olacak, zaten hep ben bendeyim. Ne zaman istersem ulaşırım." Yok birtanem, o işler öyle olmuyor işte.. Zarar gördükten sonra da kabuk bağlamaya başlıyoruz; "hayatım ben o kadar temkinliyim ki, sana tabi ki ne hissettiğimi söylemeyeceğim, yoksa tepeme çıkarsın"cılık oyunları devreye giriyor.  Bu tür oyunlar işte, insanları kendisine oyuncak etti. Oyuna yeni başlayan, kuralları bilmeyen de düşe kalka öğrendi. Baktı ki olmuyor, kuralı kendisine göre yeniden yazıverdi.

Ama oyun içerisinde mızıkçılık yapmayan, dürüst, gerçekten kalpten hisseden insanlar bir parmağı geçmeyecek olsa da oracıkta durmaktaydı işte.. Neydi ki bu insanların kendilerinden korkulmasına sebep olan? Daha önce hiç gerçek bir sevgi ile karşılaşmamıştı ondan, oysa ki tüm korkaklığın nedeni buydu. Alışık değildi gerçek sevgiye, dürüstlüğe..

Emin olamadı önce karşısındakinden.. "acaba"ların içerisinde döndü durdu, her virajda yeni bir "acaba" merhaba dedi şaşkın yüzüne.. Ama bilmiyor ki önce karşısındakinden değil, kendisinden emin olmalı insan.. Sen kendine ne kadar şeffaf davrandın? Kendini bile bile ne zamandır kandırıyorsun? Ne kadar izin verdin seni kandırmalarına?

Şeffaflık nerede? Aynaya bakınca kendini gerçekten net olarak görebiliyor musun? Dürüst ol, en azından kendine karşı dürüst ol, dene.. Gerçekten kim olduğunu, neyi isteyip istemediğini biliyor musun?

"Bir daha böyle yapmayacağım", "Bir daha bu kadar emek vermeyeceğim" ve daha nice keşke'ler silsilesi..  Kimi zaman pişmanlık, sitem, kendine kızma cümleleri peşi sıra dilden döküldü; kimi zaman öz o kadar ağladı ki, içeride yaşanan o duygular kasnak, kelimeler ise ilmik ilmik işlenen el emeği haline geldi. Öz ağladı, göz daha çok ağladı.

Bilmiyorum, "bu yazı bir pazarlama yazısı mı derseniz?" Nereden baktığınıza bağlı derim. Duygu tüketimi, kendinizi tüketmek (yapmadığınız, harekete geçmediğiniz veya size uymayan şeylere 'hayır' demediğiniz için) olarak ele alırsanız, evet bir pazarlama yazısı.  Her satırı dikkatle okuyun, her satırda binlerce paragraf var.  

Kendinizi sevilmek için olmadığınız gibi "sunduğunuz" için; kendinizle beraber her şeyinizi tükettiğiniz için.. İyi sunmak ve sevilmek adına, kendinize bunu yaptınız maalesef, farkında olarak veya farkında olmadan.. 
Korkmayın! 'Hayır' ın hafifliğini bir kere tattığınızda aslında karşınızdakinin içinden ne çıkacağını da çok daha net görürsünüz. O kelimeye nedense "işine gelmeyen" kimse tahammül edemiyor. Ya hakaret ederler, ya sizi korkak bulurlar, daha da kötüsü 'çıkarlarına uymadığınız için' başka yaftalamalara da maruz kalabilirsiniz fakat önemli olan da bu değil zaten..




Küçükken Yeşilçam filmlerini o kadar izledim ki, hatta yine de açar izlerim zaman zaman. Severim çünkü, seviyorum. O zaman ki şartlarda binbir emekle çekilmiş, burada yer vermek istediğim ancak kelimelerle ifade edilemeyen o naif  duygular o kadar güzel anlatılıyor ki. Özledikçe o duyguları, dönüp başa sarıyorum her bir filmi. "Ah Nerede", "Mavi Boncuk", "Kara Gözlüm", "Çiçek Abbas", "Selvi Boylum Al Yazmalım" daha akla gelmeyen niceleri ama hepsinin görüntüsü hafızalarda öyle değil mi?


Neyse, velhasıl kelam, o filmleri o kadar izledim, o kadar izledim ki.. Sandım ki herkes hep en zor anında etrafında  bir sürü dost bulur; en zor zamanında başını koyacak bir omuz bulup ağlar. Sandım ki, her sevgi en az oradaki kadar saftır. Sandım ki, hayattaki ve insanların kafasındaki değerler tıpkı o filmlerdeki gibi.. Öyle olmasına gerek yokmuş halbuki.


O kadar değinmişken, öylece bırakmayalım.. Belki daha duygusal bir video izlemek istediniz bu yazılardan sonra fakat ben birazcık gülün istedim. :)


 

İyi insanlar biriktirmişim, bir elin parmağını dahi geçmeyecek ender insanlar.. En zor anımda merak edip arayan, ilgilenen, desteğini ve yardımını esirgemeyen. Her birinize ayrı ayrı teşekkür ederim. 

Duyguları tüketmeyin. Kendinizi de tükettirmeyin.

Kendinizi sevin, kendinize çok iyi bakın. Siz gerçek olmadıkça, "gerçek" olduğunu iddia eden her şey "sahte". 

Kimin sizin hakkınızda ne düşündüğü de umrunuzda olmasın. Kendini bile tartamayan, tartmaya cesareti olmayan sözlerin; sizleri tartmasına izin vermeyin.

Kimse için mükemmel olmayın; olmak zorunda da değilsiniz. Daha çok beklerler!

İçinizdeki gücü serbest bırakın.  Let it go!



Sevgiler,
Nihan.